2 Ocak 2015 Cuma

MEDİNE’NİN FETHİ “Medine’den Medeniyete”

Ey “Medine”m!
Ey Şehrim!
Neredesin? Tarihin tozlu, paslı, isli sayfaları arasında mısın? Yoksa bir daha yaşanmayacak olup, sadece rüya ve hülyalarımızda mısın? Medeniyet ağacımızın tohumu olmayacak mısın? Yaşadığımız dünyada son bir kez daha filiz verip, insanlığı gölgenin altına almayacak mısın? Yesrib iken kadim adın İslam’ın Peygamberince neden “Medine” dendi sana… Hikmeti neydi? Kâbe’yi bağrında barındıran kentlerin anası “Mekke” iken; İslam Peygamberinin sana hicreti ne anlama gelmekteydi? Ahkâm ayetleri neden senin ikliminde indi? Neden sana bu ümmet “Medine-i Münevvere” diye hitap eder oldu?
İnsan gibi dinin de ruhu vardır. Ruh yaşamak için nasıl insan bedenini mekân edinirse; din de kendine bağlananları yaşatmak için kendine şehir arar. Dinin ruhu ne kentte ne de köyde yaşar; aksine Medine’de (şehirde) ruhunu var eder. İslam öncesinde Mekke, dinin ruhundan kopuşunun, putperestleşmenin adı ve mekânı oldu. Allah, dininin yaşanacağı mekân ve şehirlere hicreti farz kıldı. İslam, emniyet yurdu olan şehirlere göç eder. İslam, güven veren ve güvende olanların yaşadığı toplumda kendini var eder. İslam, sevgi ve barışa teslim olan insan, toplum ve şehirlerin dinidir. İslam önce insanın kalbini fetheder; sonra toplumun kalbine yerleşir ve şehirler kurar. İçinde ilim, irfan, ahlak, adalet ve teavünün cem olduğu şehirler. İslam, şehirleri ile insanlığa medeni bir hayat teklif eder.
Medeniyet, medeni olan Medinelilerce kurulur. İslam’a bağlı olan Müslüman toplumun yeryüzünde “halifetü’l arz” emanetine uygun ticari, içtimâi, ilmi, adli kurumlarından müteşekkil şehirler inşa ve imar etmeleri, üzerlerine bir vecibedir. Medeniyetin kurucu gücü “din”dir. Din, insana dünya ve ahiret saadeti için lazım gelen tüm iyilik, doğruluk ve güzelliklerin adıdır. Medeniyet “din” olunca, ona biat eden halkın, Müslümanca yaşamına ve dindarlığına dair kurduğu kurumlar da gündelik hayatın içindedir. Vakıflar, bedestenler, mahalleler, tımar, tekke, medrese ve kadılık bu kurumların başında gelir…
Batı uygarlığı karşısında insanlığın yeniden “İslam Medeniyeti”ne ne kadar muhtaç olduğunu içinde yaşadığımız asır fazlasıyla gösterdi. Medeniyete giden yol “Medine”den geçer… “Medine-i Münevvere”, geçmişte insanlığın önüne neyi model olarak koyduysa; “Medine-i İstanbul” da yaşadığımız dünyaya kadim değerlerinden güç alıp, günümüze ve önümüze onu dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu, ümmetin gördüğü sadık bir rüyadır. Ümmet, yitik hazinesi olan medeniyetinin inşasının hayaliyle acı ve zulüm altında bekler durur.
Medeniyete giden yol Medine’den; Medine’ye de “maarif nizamı” olan talim ve terbiyeden gidilir. Ne zaman bu ümmetin maarifi “kimseye eliyle ve diliyle zarar vermeyen güvenilir (mü’min) erdemli beyefendi/hanımefendiler” yetiştirir; işte o zaman “İslam” mütekâmil olarak yaşanan din olur.
Her insan, her toplum, her millet ve her ümmet kendisine verilenlerle imtihan olunur. İmtihanın hem dünya, hem de ahiret boyutu vardır. Her imtihan (denenme) aynı zamanda bir fırsat ve nimettir. Ne mutlu imtihanını fırsata ve nimete dönüştürenlere…
Ey Allah’ım!
Biz hizmetkâr kullarını da bu milletin ve ümmetin “Medine”sini, “Medeniyet”i ile buluşturanlardan eyle. Amin.
01.01.2015
Ali Sedat ASLAN